Hayır, ben “ses” denen meseleden anlamam. Müziği de, güzel sesi de çok severim ama hangi ses soprano, hangi ses bariton, hangi ses tiz, hangi ses bas bilmem. “Burundan söylemek”, “falsetto”, “gırtlak yapmak”, “tondan çıkmamak”, “ağız açıklığı” gibi teknik tabirlerden ise hiç çakmam. Doğrusu, bunları öğrenmekle ilgili de bir iştiyakım yok. Güzel şarkıyı güzel sesten dinlemekle yetinen bir adamım.

Dolayısıyla hakiki bir youtube fenomeni olan ses koçu ve analisti Emre Yücelen’i bunları öğrenmek için izliyor değilim. Ben Emre Yücelen’in kendisini izlemeye bayılıyorum.

Bilmeyenler için özet bilgi vereyim bu noktada. Emre Yücelen, herhangi bir şarkıcının herhangi bir şarkısını alıp o sesi analiz eden bir uzman. Bazen İbrahim Tatlıses’in, bazen Abdüssamet’in, bazen Humayun Şeceryan’ın, bazen Oğuz Aksaç’ın bir performansını alıp yorumluyor. İşte “fa ile başladı”

, “ağzı kapalı okuyor”, “biraz burundan söylüyor”, “burada detone oluyor, sebebi de şu” falan diyor. Duyduğu sesi analiz ediyor yani. Hepsi bu.

Hepsi bu değil fakat. Çok daha fazlası var. Yazının başlığını “daha çok Emre Yücelen lütfen” koyduracak kadar fazlası.

İlk kavramımız samimiyet. Fakat ne çalışılmış bir samimiyetten söz ediyoruz burada ne de “vıcık sululuğu samimiyet zannetmek”ten. Dümdüz, doğal, şahane bir samimiyeti var Emre Yücelen’in. Güldüğünde gerçekten gülüyor, şaşırdığında gerçekten şaşırıyor, abarttığında gerçekten abartıyor.

İkinci kavramımız haddini bilmek. Kur’ân okuyan bir hafızı yorumlarken “ben tabii ki okuma bakımından doğru okuyup okumadığını bilemem, sadece sesini yorumluyorum” diyor meselâ adam.

Üçüncü kavramımız hayret edebilmek. Meselâ İranlı meşhur şarkıcı Humayun Şeceryan’ı ilk kez dinlerken düştüğü hayret duygusu. Yeni bir sesle, sesle ilgili yeni bir bilgiyle karşılaştığında yaşadığı olağanüstü sevinç ve şaşkınlığı yüzünde görebiliyorsunuz Yücelen’in. Her videosu 300 bin bandında izlenen bir fenomen için, üstelik uzmanlık alanı sesken “bunu ilk kez dinliyorum, bu teknikle ilk kez karşılaşıyorum” diyebilmenin ne kadar zor olduğunu tahmin edebilirsiniz. Adam Abdüssamet’ten Tekvir Suresini dinlerken önce iki kişi okuyorlar zannediyor mesela. Sonra iki kişi olmadıklarını anladığı anda yaşadığı şaşkınlığı, mutluluğu, sevinci yüzünde tam olarak görebiliyorsunuz.

Dördüncü ve beşinci kavramlarımız açıklık ve yüce gönüllülük. Geçtik Kore’den bir popçunun, İstanbul’dan bir müezzinin, Moğolistan’dan bir şarkıcının sesini analiz etmesini Oğuzhan Koç’un sesini analiz edecek kadar açık ve yüce gönüllü biri Emre Yücelen. Takipçileri talep ediyor diye perdeyi viran eyleyen yeni nesil rapçilerin sesini bile analiz ediyor ve bunu yaparken hiçbir an ama hiçbir an bir aşağılama, bir küçümseme, bir üstten bakış sezemiyorsunuz hocada. “Ne ki söylenmiştir, o güzeldir” diyor sanki.

Altıncı ve son kavramımız ise sınırın içinde kalmak. Sadece yaptığı işin, uzmanı olduğu alanın içinde kalıyor Yücelen. Dışarı milim taştığını görmedim. Ne bir mesaj, ne bir duyar kasma, ne bir bilmem ne. Sadece işine, uzmanı olduğu alana eğilen biri o.

Emre Yücelen’in solcu mu sağcı mı olduğunu merak etmiyorsunuz hiç. Oyunu hangi partiye verdiği sorusu aklınıza gelmiyor. Nereli olduğunu bile düşünmüyorsunuz. “Seküler midir dindar mı, muhafazakâr mıdır sosyal demokrat mı” diye geçmiyor aklınızdan. “İşini bunca coşkuyla yaptığına göre çok iyi biridir” diye düşünüyorsunuz fakat.

Hadi söyleyin şimdi bana. Bugün Türkiye’de ideolojik yönelimini, yaşam alışkanlıklarını, sosyal oryantasyonunu, siyasal tercihlerini hesaba katmadan, kendisini bunlar üzerinden ifade etmeden sadece yaptığı iş üzerinden saygı kazanmayı başaran kaç isim sayabiliriz?

Dahası, işini yaparken kibir atına binmeyen, başkasını ezmeyen, kimseyi aşağılamayan, kimseyi üzmeyen kaç kişi vardır bugün Türkiye’de? Mesela bir tane hoca, bir tane profesör, bir tane şarkıcı, bir tane gazeteci hatırlıyor musunuz ilk ağızda ismini verebileceğiniz?

O yüzden “daha çok Emre Yücelen lütfen” diyorum. Nefes almamızı sağlayacak bir gökyüzü inşa etmek istiyorsak önce “iyi insanlar” olarak iş tutup “iyi insanlar” olarak var olmanın bir yolunu bulmamız gerekiyor. Aksi takdirde zaten çok ağır olan havamız daha da ağırlaşacak.

Daha temiz bir gökyüzüne ihtiyacımız var ve bunu “hiper politizasyon” hastalığı ile malul olanlar değil, gökyüzünü gerçekten önemseyenler başarabilir ancak. Sizce de öyle değil mi?

Unutmadan… Emre Yücelen’in büyük bir eksiğini söylemeyi unuttum. Ümmü Gülsüm’ün sesini analiz etmedi henüz. Mümkünse el-Atlal olabilir. Ümmü Gülsüm söyler, biz susarız. Ve herhangi bir Ümmü Gülsüm şarkısı, temiz gökyüzü hedefine bir adım daha yaklaşmamızı sağlayabilir.

LİNK >>

Share